Ispanya'nın tamamını gezmek icin en az bir aya ihtiyacınız var. Kuzeyi ayrı, guneyi ayrı guzel memleketin. Biz bu sefer Barcelona'dan başlayıp Endülüs'e uzanan ve Madrid'de sonlanan bir gezi planladık kendi çapımızda. Ama 9 gün gibi çok kısıtlı bir zamana sahip olduğumuz için oldukça koşturmacalı ve yoğun bir program oldu. Gönül isterdi hem daha çok şehir gezelim hem de her şehirde biraz daha fazla kalalım, biraz keyif yapalım, daha çok tapas yiyip daha çok şarap içelim. Gene de 9 gunde 6 sehir ve 1800 km ile gayet verimli bir seyahat olduğunu düşünüyorum. Bir dahakine daha uzun, daha kapsamlısı artık kısmetse...
BARSELONA
Barselona... "Barselona İspanya değil
Katalanya'dır" yazıları ile bizi karşılayan Barselona. Hem büyük şehir hem
de deniz tatilini aynı anda verebilen Barselona. Gaudi şehri Barselona.
Öğleden sonra yerleşebildiğimiz otelimiz
Eurostar Monumental, Monumental metro durağının dibinde - ki bunun ne kadar
büyük bir veli nimet olduğunu çok kısa zamanda anlayacağız - ve Sagrada
Familia'ya yürüyüs mesafesinde. Şehrin merkezi olarak nitelendirilen Eixample
(Aşample okunuyor) bölgesinin sınırları içinde olmakla birliklte
populer La Rambla caddesinden uzak olduğu için fiyat performans olarak
dört dörtlük bir otel burası.
Sagrada Familia'yi gezmek nerden baksan 2-3 saat
gerektireceği için - ve biraz da önündeki sıra gözümüzü feci korkuttuğundan-
kiliseyi gezmeyi iki gün sonraya erteledik.
Ve başladık şehri yürümeye. Bir şehri gezmenin
en güzel, en keyifli yolu yürümek. Özellikle Barselona gibi açık hava mimari
müzesi gibi olan bir şehri.
Otelden çıktıktan sonra Passaig de Gracia'ya
yürüyoruz. Passaig de Gracia, Barselona'nın Bağdat Caddesi diyebiliriz. Belki
de biraz Nişantaşı karışmış hali. Sağlı sollu marka mağazaların arasında
Gaudi'nin tek tek binaları dikkat çekiyor. Bunlardan en önemli ikisi Casa Mila
(La Pedrera) ile Casa Batllo.
Casa Mila 1912de tamamlanmış bir ev. Şu anda
Unesco Dünya Mirası listesine alınmış durumda.
Casa Batllo'ya doğru yürürken cadde üzerinde
dikkatinizden kaçmayacak diğer şeyler ise sanat eseri titizliğiyle yapılmıs
olan banklar, sokak lambaları ve kaldırımlar. Bank ve sokak lambaları
Gaudi'nin eseri. Kaldırımlardaki taşlar ise Gaudi'nin Casa Mila'sından esinlenerek
yapılmış. O yüzden bastığınız yerleri toprak diyip geçmeyin, tanıyın.
Casa Mila'nın olduğu gibi Casa Batllo'nun da
içini gezebilirsiniz. Hatta gezmenizi şiddetle tavsiye ederim. Ancak o zaman
Gaudi'nin ne kadar çılgın ve titiz bir mimar olduğunu anlayabilirsiniz. Devasa
bir hayvanın omurgasından esinlenerek yapılmış olan Casa Batllo, şu anda
restorasyonunu da üstlenmiş bir aileye ait.
Gireceğiniz her Gaudi binasında
olduğu gibi en tepede bir surpriz sizi bekliyor olacak. Çatıların en
önemsiz olduğunu düşünen mimarlara nispet buralarda da döktürmüş Gaudi.
Bacaları, terasları renklendirmekle kalmamış, onları birer sanat eserine
dönüştürmüş.
Casa Batllo'dan sonra yolumuz doğal olarak La
Rambla'ya yöneliyor. La Rambla bizim Istiklal caddesinin biraz daha yeşili,
biraz daha temizi ve kesinlikle daha tenhası :) Yolun iki tarafındaki araç
yollarını saymazsak trafiğe kapalı bir alan. Bu yol üzerine adım başı
çiçekçiler, hediyelik eşyacılar ve kendini baştan aşağı boyayarak heykel
taklidi yapan dilenciler var.
La Rambla'nın ortasını biraz geçtikten
sonra sağda pazar yeri La Boqueria'ya girdik.(http://www.boqueria.info/index.php?lang=en )
Deniz ürünleri, meyve, sebze, peynir ve jambon
satılan bir pazar yeri burası.
Şunu söyleyebilirim ki, buraya kesinlikle aç
karnına girmemelisiniz. Gördüğü her şeyi alıp yiyesi geliyor insanın. La
Boqueria'nın hemen girişinde bulunan tapascı Pinotxo Bar için şehrin bir
numaralı tapasçısı olduğunu yazıyordu her yer. Ama her gittiğimizde kapalıydı.
Saat 4ten once gitmek gerekiyormuş meğer.
Çok da uzaklaşmadan Barselona'nın turisik
mekanlarından kurtulmak için La Ramblas'a çok yakın Born bölgesine yürüyoruz.
İlla bir yerlere benzetmek gerekirse burası da İstanbul'un Şişhane, Galata ara
sokaklarını andırıyor. Ufak tefek bar ve cafeler ve tasarım mağazalarının
bulunduğu daracık sokaklar ara ara ufak meydanlarda son buluyor. Bunlardan biri
Plaça Santa Maria. Buradaki La Vinya del Senyor özellikle akşamları bütün
kalabalığı kendine çeken bir şarap barı. Tek korkunç yanı hangi şarabı
seçeceğine karar verememek.
La Cervezeria Catalania
|
Akşam yemeği için saat 10 gibi dışarı çıkıyoruz.
Yanımızdaki İspanyolların rehberliğinde önce La Cervezeria Catalania'ya
gidiyoruz. Saat 10.30 gibi orda olduğumuzda hınca hınç dolu bir mekan ve 1
saatlik bekleme sırası ile karşılaşıyoruz. Mekan güzel görünüyor ama gece
yarısına kadar daha aç kalmayı kaldıramayacağız. O yuzden ikinci durak olarak
La Bodegueta'ya gidiyoruz. Hic turistik bir yer olmadığını söylememe gerek bile
yok. Inanılmaz lezzetli tapaslar ve şarap için kisi başı 20 Euro'dan daha az
para veriyoruz.
Gece Luz de Gas adındaki klube gitmeye karar veriyoruz ancak gece
12.30 oraya gitmek için çok erken bir saat. Gece 2ye kadar canlı lokal muzik
varmış sanırım. Arada bir barda birşeyle içip Luz de Gas'a giriyoruz. Kapalı
bir mekan burasi. Ama cok geniş ve yüksek tavanlı bir mekan olduğu için yaz
günü kapalı bir mekanda olmayı önemsemiyorsunuz bile. Konsept bizdekinin hemen
hemen aynı. Danseden muhabbet eden insanlar var ama herkes radarlarını
açmış kız kesme modunda. :) Ama önemli bir fark bizdeki gibi kadınların
erkeklerden iki kat daha fazla olduğu bir mekan değil burası. Yani damsız
alınıyor :) Gece 5 itibariyle çıktığımızda klup hala doluydu hatta yeni
girenler bile vardı.
Sabah 5i geçerek yatmış bile olsak uyuyarak günü
kaybedemeyiz. O yuzden erkenden gene yollara düşüyoruz. Bu sefer metroyla Born
bölgesine gidiyoruz. Barselona'da metro sistemi mükemmel. Şehrin her yerine
metro ile gidebilirsiniz. Tek bilet 1.20 Euro, günlük bilet 7 Euro. Çok zor
durumda kalıp taksiye binmek bile diğer Avrupa şehirlerine oranla çok daha
hesaplı. Aynı İstanbulda olduğu gibi her yer taksi kaynıyor zaten.
İspanyada genel olarak kahvaltı anlayışı bir
kahve ve bocadillo (sandviç) olduğu için oturup adam gibi kahvaltı edeceğimiz
bir yer arıyoruz. Garip ama gerçek, bulduğumuz yer bir Irish Pub. Jaume I
meydanına yakın bir yerde olan Dunnes Bar'a ilk girdiğimizde biz de buranın
kahvaltı verdiğinden emin olamıyoruz. Sonra trafik gürültüsünden uzak arkadaki
küçük bahçesinde yumurtasıyla, demleme çayıyla, baconiyla keyifli bir kahvaltı
ediyoruz.
Buraya kadar gelmişken Picasso abiye bir saygı
duruşunda bulunalım diye düşünüp Picasso Muzesine giriyoruz. Picasso'nun
sanatının seneler boyunca nasil evrim geçirdiğini görebileceğiniz güzel bir
müze.
La Rambla meydanına doğru yürürken Plaça de Sant
Jaume meydanından geçerken kafanızı kadırıp lambalara bakmanız lazım.
Üzerlerindeki detaylara dikkat edince onlara sadece sokak lambası diyip
geçmeye utanıyor insan. Passeig de Gracia'dakiler gibi bunlar da Gaudi'nin
eserleri. Yani 100 yildan daha fazla geçmişleri var.
Biraz ilerisindeki Plaça Reial'de de Gaudi'nin
sokak lambalarından örnekler görebilirsiniz. Plaça Reial icinde pek cok bar ve
restaurant bulmak mumkun. Tahmin edersiniz ki, bu restauranların çoğu çok
turistik.
Ispanyanın muhtesem lezzetlerinden biri de
jambonları. Adım başı bir "jamon" dükkanı gorebilirsiniz. Adamlar
gözünüzün önünde toynaktan dilim dilim size jambon verebiliyorlar. Domuzun
belki de en lezzetli hali bu ispanyol jamonları..
La Ramblası transit geçip başka bir Gaudi
mimarisi olan Palau Guell'e gidiyoruz. Sadece çatıyı görmek için bile ziyaret
edilesi bir yer; bunu söyleyebilirim.
Ve Gaudi duraklarından bir diğerine doğru yola
çıkıyoruz: Parc Guell. Burası eski şehir merkezinden biraz uzakta kalıyor.
Parka gitmek icin metroya binmeniz bir alternatif; Valcarca ya da Lesseps metro
duraklarında inip uzunca bir sure yurumeniz gerekiyor. Valcarca'dan gelenler
icin belediye bazı yerlerde yürüyen merdiven bile düşünmüş ama yine de
bir sure tabana kuvvet demek gerekiyor.
E o kadar yürüdük bu eziyete değiyor mu derseniz... Yesil
cimenler, huzurlu bir park bekliyorsanız boşverin gitmeyin derim. Burası daha
çok turistlerin akınına uğrayan koca bir ormanlık alan içinde açıkhava müze.
Barselonaya tepeden bakabileceğiniz koca bir teras ve banklar sayesinde buranın
Gaudi tarafından tasarlandığını bilmeseniz bile tahmin etmeniz zor değil.
Pestil olduğumuz bir günün ardından otele gidip
biraz dinleniyoruz, erken akşam yemeği için hazırız.
Akşam yemeği için tavsiye üzerine El Agua'ya
gittik. (http://www.grupotragaluz.com/rest-agua.php)
Burasi Barceloneta denilen bölgede deniz kenarında, açık havada bir restaurant.
Onceki gece gittigimiz tapasçı kadar hesaplı olmasa da lezzetli deniz
mahsulleri yiyebileceğiniz bir yer. Ciutedella-Villa Olimpica metro
istasyonundan indikten sonra 500 metre kadar yürüyerek ulaşabilirsiniz.
Barselona'da Cuma ve Cumartesi geceleri
haricinde çok fazla eğlence olmadığını söylediler. Biraz da belki persembe
akşamları. Biz de bu pazar akşamında ne yapabiliriz acaba diye baktığımızda
Jamboree Jazz Club'da canlı muzik olduğunu öğrendik. Pazartesi haric her akşam
saat 8de ve 10da canlı muzik veren Jamboree'nin yeri Placa Reial'in içinde.
Ambians olarak gayet hoş bir yer. Beni tek rahatsız eden kısmı canlı muzik
çalan grubu dinlemek icin sınıf duzeni sandelyelerin konmuş olmasıydı. Ayakta
ya da bir masa etrafında durup muzigi dinlyebileceğin bir ortam yoktu. Yine de
Katalan abilerden oluşan caz grubu çok keyifliydi. Louis alınmasın ama
içlerinden bir tanesi What a Wonderful World'u en az Armstrong kadar iyi
soyledi diyebilirim :)
Barselona'da son günümüze Sagrada Familia ile
başlıyoruz. Olabildiğince erken gidelim diyoruz ama daha 10 olmadan oraya
vardığımızda bilet sırasının önünde gördüğümüz kuyruk bize en başta
demoralize ediyor. Ancak aşağı yukarı 100 kişilik kuyruk 10 dakika içinde
eriyip bitti.
Barselona'da ve hatta bütün İspanya'da muzeleri
gezerken sesli rehber (audio guide) alternatifi mevcut. Hatta bazı muzeler bunu
alternatif olarak degil bilet fiyatının içinde veriyor. Sagrada Familia'yı gezerken
sesli rehber almanız gerçekten önemli. Aksi takdirde ne yapıyı anlamanız ne de
takdir etmeniz mümkün.
Herkesin bildiği bir şey var ki Sagrada Familia
yıllardır bitmeyen bir proje. Bunun nedeni Gaudi'nin projenin ortasında
ölmesiymiş gibi düşünülse de Gaudi aslında bu projeyi bitirmeye ömrünün
yetmeyeceğini biliyormuş. Hatta tasarlarken her nesil kendinden bir şey katsın,
kendi tarzını yansıtsın diye tasarlamış. O yuzden kilisenin bir yüzünde detaycı
bir Gaudi kimliği yansırken diğer yüzde bambaşka bir kişilik olan Josep
Subirachs imzası var.
Gaudi, kilisenin içini tasarlarken doğayı
ön planda tutmuş. Gerçekten de kolonların bir ağaç gövdesini andırıyor.
Kilisenin güneş ışığından maksimum faydalanabilmesi için ciddi hesaplamalar
yapılıp pencereler buna göre tasarlanmış. Kısacasi Sagrada Familia hem
matematiksel hem de sanatsal olarak gerçek bir baş yapıt olmuş. Ya da olacak
demek daha doğru. Planlara bakılırsa 2026-2028 gibi tamamlanmış olacak. Yani
başlangıcından tam 140 sene sonra..Kimbilir belki tamamlanmış halini de ziyaret
etme şansımız olur.
Sagrada Familia'da kulelerden birine çıkmak için
en başta ayrıca bilet almak gerekiyor. Cok küçük bir asansörle yukarı kadar
çıkılıp daracık merdivenlerden aşağı inildiği için herkesin biletini
kullanabileceği zaman dilimi belli. Eğer inanılmaz şanslı ya da inanılmaz
şanssız değilseniz kiliseye girdikten sonraki 2 saat içinde kuleye de
çıkabilirsiniz.
Yarım günümüzü Sagrada Familia'da
geçirdikten sonra karnımızı doyurmak için marinanın oraya gidiyoruz.
Dilediğiniz deniz mahsullerini envai çeşitte pişirip size sunan El Chipiron'da
hem gözümüzü hem karnımızı doyuruyoruz.
Sagrada Familia ile aynı yukseklikte olan (170m)
Montjuic'e gitmeye niyetlenmiştik ama Sagrada'nın tepesinden de şehir
manzarasını gördüğümüz için Montjuic'in olmazsa olmazlar arasında yer
almadığına karar veriyoruz. Ve günün geri kalanın Barselona sokaklarını gezerek
geçiriyoruz.