Hayır, ayrı bir ülke değil Tazmanya. Avustralya’nın
güneyindeki ada. Ada deyince küçümsemeyelim. Bozcaada’dan bahsetmiyoruz.
Bahsettiğimiz alan, Kıbrıs adasının 10 katı büyüklüğünde. Avustralya’nın
genelinde olduğu gibi burada da mesafeler çok ama çok uzun. Elinize aldığınız
bir rehberde – ki hayatımda hiçbir havaalanının girişinde bu kadar cok rehber
kitapçığı görmemiştim. – takribi mesafeler ve süreler ile ilgili bir cetvel
var. Buna bakarak zamanınızı daha iyi ayarlamak gerekiyor. Zira iki nokta
arasında 4 saat araba kullanması gerektiğini düşünemiyor insan. Dediğim gibi
koskocaman bir ada burası. Ama öyle bir ada ki bu, alabildiğine yeşil,
alabildiğine mavi, alabildiğine plaj.
Güney Avustralya’nın tamamında olduğu gibi Tazmanya’nın
başkenti Hobart’a indiğimizde de buz gibi ve yağışlı bir hava bizi bekliyordu. O
noktada artık polar ve yağmurluğu yatırım yapmanın zamanının geldiğine karar
veriyoruz.
Tazmanya ile ilgili en önemli şey adanın tamamının milli
parklardan oluşması. Hangi yöne gitseniz başka bir milli parka giriyorsunuz.
Hem internette hem de iphone uygulaması olarak bulunabilen “60 Great Short
Walks” nereye öncelik vereceğimiz konusunda rehberlik ediyor bize. Tazmanya'nın
tamamını 3-5 günde gezmek mümkün değil. O yüzden Hobart’ı merkez alarak ne
kadarını görebileceğimize bakacağız.
Ada bizi sırılsıklam karşıladığı için ilk gün orman yürüyüşü
yapmak için pek uygun görünmüyor. Ertesi günlerin bize daha iyi davranacağını
umarak bugünü nasıl değerlendirebileceğimize bakıyoruz. Alternatiflerden biri
adanın tarihi merkezi olan Port Artur’a gitmek. Çok tarihi bu adanın çok tarihi
noktasına gitmek için 2 saat araba kullanmak çok da çekici gelmiyor. Onun
yerine yakındaki Bonorong Wildlife Sanctuary’ye gidelim diyoruz. Tazmanya canavarı görmeye!
Bu Tazmanya canavarı denen arkadaş gerçekten var. Pek de
sevimsiz bir şey. Öyle kocaman bir şey de değil, sıçandan hallice diyelim.
Tazmanya canavarı bize adam gibi yüzünü göstermeyince biz de
kendimizi yağmurun altında kanguruları beslemeye adıyoruz. Yemek yemek için yanınıza yavaş adımlarla
sinsi sinsi yaklaşmaları biraz korkutuyor adamı. Sanki son dakikada hızlı bir
hareketle üzerinize atlayıp boğazından ısıracak gibi geliyor insana. Çok mu
korku filmi izledim bu aralar ne? Elimizde avucumuzda ne varsa yiyip bitirdiklerinde
biz de kanguru görmeye doyuyoruz.
Ertesi gün Cumartesi. Cumartesi günleri Hobart’ın en önemli
aktivitesi Salamanca Market. İncik boncuktan, çantaya, cilt kremlerinden
tablolara kadara her şeyin satıldığı bir haftalık açık hava pazarı burası. Müze
gezer kıvamda tezgahları geziyoruz öğlene kadar. Alınacak, aşık olunacak çok
matah bir şey de çıkmıyor karşımıza. Belki de alışveriş modumuzda değiliz.
Pazar gezimizden sonra elimize 60 Great Short Walks
üzerinden alternatiflerimizi değerlendirmeye başlıyoruz. Günün yarısı geçtiği
için yakında bir yerlere gitmek lazım. En yakında Geeveston civarındaki Huon
Trail / Tahune Air Walk var. Geeveston’a giden yol çok keyifli. Sahil yolu
boyunca sağınızda deniz, solunuzda ormanlık alan olmak üzere kilometrelerce
gidiyorsunuz.
Huon Trail / Tahune
AirWalk devlete bağlı milli parklar arasında değil ama oldukça güzel bir park.
Hem orman içinde hem de orman tepesinde nefis bir yürüyüş parkuru yaratılmış.
Ormanın ortasından geçen iki nehrin üzerinden de göründüğünden çok daha
güvenilir asma köprüler üzerinden geçiyoruz. Bu nehirde rafting yapmak süper
olurdu. Biraz daha uzatıp bisiklet kiralasak mı diye düşünüyoruz ama havanın
her an kapatıp yağası var tekrardan.
Dönüşte yolu sahil yolunu bırakıp Mount Wellington
tarafından dolaşmaya karar veriyoruz. Şehirde otobüsle yukarı çıkarıp bisikletle
dağdan aşağı indiren turlar vardı. Daha sonra bunu yapmaya karar verebiliriz
ama en azından gelmişken şu dağın zirvesini bir görelim diyoruz. Dağın
tepesinden bütün Hobart ve çevresini görmek mümkün. Bir şehrin deniz kenarında
olması o şehri ve manzarayı ne kadar güzelleştiriyor.
Ertesi gün uzun bir yolculuğa hazırız. Dünyanın en güzel
plajlarından biri olarak değerlendirilen Wineglass Bay’in de içinde olduğu
Freycinet National Park’a doğru yola çıkıyoruz. Daha yolun başında Seven Mile Beach
yazan oktan içeri giriyoruz. Birkaç arabanın daha park etmiş olduğu yere
parkedip plaja doğru yürüyoruz. Hava buz gibi, denize girilecek gibi falan
değil ama nasıl olabilir ki acaba yedi millik bir plaj diye merak ediyor insan.
Ve plaja geldiğimizde bütün günü orda geçirebileceğimizi düşünüyoruz aynı anda.
Göz alabildiğince uzanan bir kumsal, hava buz gibi olmasa her haliyle davetkar
bir deniz. Avustralyalı – pardon Tazmanya’lı – arkadaşlar, köpekleri ile gelip
güne bu muhteşem sahilde yürüyüş yaparak başlamışlar bile. Nasıl kıskandım…
Freycinet aşağı yukarı 200km uzaklıkta. Yol üstünde Swansea
ile Freycinet National park arasında sağlı sollu şarap üreticileri var. Sabahın
köründe ayıp olmasın diye akşam dönüşe bırakıyoruz şarap tadım olayını- o
sırada akşam kapanmış olacaklarını bilmeyerek.
Freycinet National Park’ın belli kısımlarına kadar arabayla
gidebiliyoruz. Ondan sonrası trek işi. Şansımıza hava muhteşem. 3 saatlik bir
parkur olan Wineglass Bay ViewPoint’e doğru tırmanmaya başlıyoruz. Zor bir
tırmanış değil; hatta ve hatta önümüzdeki Asyalı iki kız ayaklarında dolgu
topuklu ayakkabıları, ellerinde Louis Vuitton çantalarıyla yapıyorlar bu
yürüyüşü. Kokoş her yerde kokoş.
Tepeye vardığımızda buranın neden dünyanın en güzel plajı
olduğunu anlamak çok kolay. Bu kadar zor erişilmesi ve Avustralyalıların doğaya
bu kadar değer verip bizdeki Paşaoğullarına inşaat izni vermemesi sayesinde
muazzam bekaretini korumuş bir plaj burası.
Freycinet Park’ının içinde birkaç tane daha benzer yürüyüş
parkurları var. Gene muhteşem manzaralara hakim yarların üstünden, ağaçların
arasından oksijene doyarak bir gün geçiriyoruz. Dönüşte bir de Tasman yarımadasına uğrasak mı
diye düşünürken yarımadadan yükselen bir duman bizi vazgeçiriyor. Belli ki bir
yerler yanıyor ama hava da gidip gelmemiz kaldıracak kadar erken değil. Bol
eğlenceli Hobart gece hayatına dönmeye karar veriyoruz.
Son günümüzde öğleden sonra Melbourne’e uçağımız var. O
yüzden yarım günlük bir rota olarak Mount Field National Park’a gidiyoruz.
Burası aslında çok geniş bir arazi. Tamamını gezmemize hemen zamanımız hem de
kiralık arabamız müsaade etmiyor. Kiralık arabayı düzlenmemiş yolda kullanmamız
yasak. Bunu kiralarken tekrar tekrar söyledikleri için bir tırsaklık oluştu
tabi. Mount Field’in en başında hem şelalelerin hem de “uzun ağaçların” hakim
olduğu ormanlık bir alan var. Orman içindeki yürüyüş parkuru hem çok keyifli
hem de eğlenceli. Tazmanya canavarı dahil olmak üzere bir sürü hayvanı da burada
doğal ortamında görmek mümkün. Evet, incecik ve upuzun ağaçların arasında: Gördüm!
Gördüm! Tazmanya canavarını gördüm! Neyse o bizden daha çok korktu sanırım.
Canavarlığı bu kadarmış.
Aslında Tazmanya’da daha uzun süre kalınıp yollarda
konaklayarak çok daha fazla milli park ve plaj gezilebilir. Ama bir noktadan sonra hepsi aynı da gelmeye
başlayabilir. Hatta yer yer Windows Masaüstü resimlerinin içinde oluğunuzu hissedebilirsiniz :) Evet, doğa çok güzel, plajlar muhteşem. Ama hem denizin hem de
havanın bir 5-10 derece daha fazla olması lazım sanki daha fazla tadına varmak
için. Biraz daha kuzeydeki Bay of Fires biraz içimde kaldı aslında. Ölmeden
önce görülmesi gerekiyormuş – Hangi bilir kişi karar veriyorsa bu ölmeden önce
görülecek yerlere? Ama 10 derecede denize giremedikten sonra ne anlarım ben o
plajı görmekten J Daha sıcakta bir daha geline.